İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e
Picture of Salih Altınışık
Salih Altınışık
Ekonomist • ATDF Başkanı • TULİP Forum Sözcüsü

Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren yaşadığı dönüşüm, yalnızca siyasî yapının değil, toplumsal dokunun da köklü biçimde sarsılmasına yol açmıştır. Bu dönemde, modernleşme adı altında gerçekleştirilen birçok reform ve düzenleme, imparatorluğun asli unsurlarının beklenti ve ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, merkezî iktidarın dar bir elit kadro etrafında tahkim edilmesine hizmet etmiştir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yükselişi, bu zihniyet dönüşümünün en belirgin aşamasını temsil eder. Cemiyet, görünürde imparatorluğu kurtarma ve Batı karşısında güçlendirme amacıyla hareket etmiş olsa da, uygulamaları Anadolu insanı açısından ciddi bir yıkım sürecine dönüşmüştür. Gerek savaş politikaları, gerekse toplum mühendisliği uygulamaları, imparatorluğu ayakta tutmaktan ziyade çöküşü hızlandırmış; Anadolu coğrafyasının ekonomik, sosyal ve kültürel kaynaklarını aşındırmıştır.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte siyasal rejimde köklü bir değişim yaşanmış olsa da, Osmanlı’nın son döneminde şekillenen yönetim zihniyetinin bütünüyle tasfiye edildiğini söylemek güçtür. Aksine, devlet-toplum ilişkilerinde belirleyici olan bürokratik vesayet, merkezîyetçi yaklaşım ve halkın siyasal iradesine mesafeli tutum, farklı biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Böylece yeni rejim, bir yandan modernleşme ve ulus-devlet inşası sürecini yürütürken, diğer yandan toplumsal kesimlerin geniş katılımını sınırlandıran bir anlayışı devam ettirmiştir.

Bu bağlamda, günümüzde yaşanan birçok toplumsal ve siyasal sorunu yalnızca son yirmi ya da yirmi beş yıllık gelişmelerle açıklamak indirgemeci bir yaklaşım olur. Türkiye’de devlet ile toplum arasındaki gerilimler, kökleri 19. yüzyıla uzanan ve İttihat ve Terakki ile Cumhuriyet’in erken döneminde kurumsallaşan bir zihniyetin sürekliliği içinde değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak, bugün karşı karşıya olunan sorunlar, yalnızca güncel siyasal tercihlerden ibaret değildir. Daha derinlerde, uzun vadeli tarihsel bir çatışmanın izleri bulunmaktadır. Bu çatışmayı, basit bir iktidar mücadelesi olarak değil; toplumsal iradenin kendi değerleriyle var olma çabası ile merkezî otoritenin bu iradeyi sınırlama eğilimi arasındaki tarihsel gerilim olarak okumak gerekir. Dolayısıyla mesele, esasen Hak ile Batıl arasındaki sembolik mücadelenin modern zamanlara yansımasından başka bir şey değildir.

Haber kategorisi: