Dün ile Bugün Arasında Bir Yolculuk
Picture of Salih Altınışık
Salih Altınışık
Ekonomist • ATDF Başkanı • TULİP Forum Sözcüsü

Siyaset, yalnızca ülkelerin iç meselelerini değil, aynı zamanda dünyaya nasıl göründüklerini de tayin eder. Diplomasi masasında sergilenen bir duruş, çoğu zaman orduların gücünden, ekonomilerin büyüklüğünden daha etkili olabilir. İşte bu noktada geçmiş ile bugünü kıyaslamak bize hem ibret hem de ilham veriyor.

1964 yılında Başbakan İsmet İnönü’nün Washington seyahati, Türkiye’nin dış politikadaki bağımlı konumunun dramatik bir yansımasıydı. ABD Başkanı Lyndon Johnson’un mektubuyla sert bir şekilde uyarılan, kendi ülkesinin garantörlük hakkını dahi kullanamayacağı hatırlatılan bir başbakandan söz ediyoruz. İnönü, Johnson’ın özel uçağına bindirilmiş, Beyaz Saray’da yaşlı bir amca muamelesi görmüş, hatta yürüyüşünde adımları denk düşmeyince Amerikalı başkanın elinden tutulup çekilmesine sessiz kalmıştı. Bu manzara, bir müttefikten çok vesayet altındaki bir devletin başını resmediyordu.

Bugüne geldiğimizde tablo bambaşka. Türkiye artık küresel denklemde edilgen bir figür değil, kendi ağırlığını koyan, denklemi değiştiren bir aktör.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile Beyaz Saray’da gerçekleştirdiği görüşme, aslında klasik bir “devlet başkanları buluşması”ndan çok daha fazlasını ifade ediyordu. ABD’nin Suriye’de PYD/YPG’ye verdiği destekten, F-35 krizine; Halkbank davasından, S-400 meselesine kadar gerginliklerin yoğun olduğu bir dönemde Türkiye, adeta diplomatik bir meydan okumayla masaya oturdu.

Trump’ın sıcak ifadeleri ve Erdoğan’a yönelik övgüleri, diplomasi kulislerinde sıkça konuşuldu. Ancak esas önemli olan nokta, Erdoğan’ın bu iltifatlarla yetinmemesi; Türkiye’nin tezlerini doğrudan, net ve cesur biçimde ABD yönetiminin yüzüne söylemesiydi. Beyaz Saray’daki basın toplantısında Erdoğan’ın elinde PYD/YPG’nin terör eylemlerini belgeleyen dosyaları gösterecek kadar hazırlıklı olması, bir devlet adamının yalnızca protokol değil, aynı zamanda milli çıkarları önceleyen stratejik kararlılığını ortaya koydu.

Bu görüşmenin bir başka kritik sonucu da, Türkiye’nin artık Batı’nın taleplerini sessizce kabul eden eski çizgiyi geride bıraktığını göstermesiydi. Erdoğan, “eşitler arası ilişki” vurgusunu yaparak, Türkiye’nin dünya sisteminde bağımsız bir eksen oluşturduğunu dosta düşmana ilan etti.

Rusya ile ABD arasında, Avrupa ile Asya arasında, Doğu ile Batı arasında kurulan denge politikası, Sultan II. Abdülhamid’in “denge diplomasisi”ni hatırlatacak kadar stratejik bir vizyonun ürünü.

Bugünün Türkiye’si artık Washington’dan yazılacak mektupları bekleyen bir ülke değil. SİHA’larıyla Libya’da oyunun seyrini değiştiren, Karabağ’da Azerbaycan’ın zaferine imza atan, Karadeniz’de enerji bağımsızlığını güçlendiren, Afrika’da kalkınma projeleriyle söz sahibi olan, Gazze meselesinde insanlığın vicdanı olan bir Türkiye var.

İtibar, sadece büyük devletlerin gözünde değil; mazlumların gönlünde de ölçülür. Dün Beyaz Saray’a bir başbakan “emanet uçakla” götürülürken, bugün dünya liderleri Ankara’nın kapısını çalıyor. Dün Türkiye, kararların alındığı masanın uzağında edilgen bir figür iken; bugün NATO’dan BRICS tartışmalarına, Gazze’den Karabağ’a kadar her başlıkta sözü dinlenen, masada olan, hatta masayı kuran bir ülke konumunda.

Yeni Türkiye’nin Güç ve İtibar Tablosu

Savunma Sanayi: Bayraktar TB2 ve Akıncı SİHA’lar dünyanın dört bir yanında gökyüzünü Türk mühendisliğiyle dolduruyor. İhraç edilen ülkeler arasında NATO üyelerinden Afrika devletlerine kadar geniş bir yelpaze var.

Milli Teknoloji: TOGG artık sadece bir otomobil değil, Türkiye’nin “yapabilirim” iradesinin simgesi.

Denizlerde Güç: TCG Anadolu, mavi vatanın güvenliğini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel süper güç statüsünü pekiştiriyor.

Enerji Bağımsızlığı: Karadeniz’de keşfedilen doğal gaz, Türkiye’nin elini güçlendiriyor; Gabar’da bulunan petrol rezervleri, dışa bağımlılığı azaltıyor.

Diplomasi: Tahıl koridoru anlaşmasıyla savaşan tarafları masaya oturtan Türkiye, dünyanın gıda güvenliğinde anahtar ülke konumuna geldi.

Şüphesiz bu tablo, sadece bir iktidarın başarısı değil, Türk milletinin son yirmi yılda gösterdiği özgüven sıçramasının ürünüdür. Milletin iradesiyle yükselen Türkiye, artık “izin verilen” değil, “kendi kararını veren” bir devlettir.

Ve işte tam da bu yüzden; geçmişin utangaç ve mahcup diplomasi fotoğraflarına bakarken, bugünün kararlı ve dik duruşlu manzarasını gördüğümüzde farkı daha iyi anlıyoruz:

Türkiye artık başkasının uçağına binmek zorunda değil.
Türkiye kendi yolunu, kendi göklerini, kendi geleceğini çiziyor.

Haber kategorisi: