Vicdanın Sınavı: Gazze’de İnsanlık ve Duruşumuzun Asaleti
Picture of Salih Altınışık
Salih Altınışık
Ekonomist • ATDF Başkanı • TULİP Forum Sözcüsü

Tarih, vicdanın en keskin sınavlarına sahne olurken, bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyanın değil, tüm insanlığın ortak hafızasına kazınıyor.

Yıllardır süregelen, ancak son dönemde şiddeti ve pervasızlığı zirveye ulaşan bu mezalim, kelimelerin kifayetsiz kaldığı, görüntülerinse kalpleri dağladığı bir soykırım trajedisine dönüştü. Masum sivillerin, çocukların ve kadınların topyekûn bir yok edişin hedefi haline gelmesi, uluslararası hukukun, insan hakları söylemlerinin ve medeni dünyanın değerlerinin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bu derin yara karşısında dünyanın tepkisi, bir ahlaki pusulanın şaşkınlığını yansıtırcasına çeşitlilik arz ediyor.

Bazı devletler, jeopolitik çıkarların ve ittifak ilişkilerinin gölgesinde sessizliğe bürünürken, bazıları cılız kınamalarla yetiniyor. Ne var ki, devletlerin bu stratejik suskunluğu karşısında, sokakların sesi her geçen gün yükseliyor. Dünyanın dört bir yanındaki vicdan sahibi insanlar, Gazze’deki acının ve zulmün farkına vararak, protestolarla, kampanyalarla ve boykot çağrılarıyla bu insanlık dışı duruşa karşı bir direniş cephesi oluşturuyor. Bu tepkiler, bireysel bir duyarlılığın ötesinde, küresel bir vicdan hareketinin filizlendiğinin en açık kanıtıdır.

Ancak, bu soylu direnişin en can alıcı noktası, bir bütünlük ve bilinçlilik içinde sergilenmesidir. Zira, bir duruşun gücü, tutarlılığında ve asaletinde yatar.

Eğer Gazze’deki zulme karşı dururken, eylemlerimizle bu zulmün finansörlerini ve destekçilerini farkında olmadan besliyorsak, duruşumuzun meşruiyeti ve etkinliği ciddi bir sorgulamadan geçmek zorundadır.

Bir yanda “Gazze için boykot” pankartları taşırken, diğer yanda bu mezalimin arkasındaki ekonomik ve siyasi aktörlere doğrudan veya dolaylı olarak destek veren ürünleri tüketmeye devam etmek, vicdani bir ikilem değil, düpedüz bir eylem paradoksu yaratır.

Bu trajik tutarsızlık, özellikle Türkiye Cumhuriyeti gibi, Filistin davasına tarihsel ve kültürel bağları olan bir ülkede daha da dikkat çekicidir.

Vatandaşların sokaklarda gösterdiği hassasiyet, ne yazık ki bazı kamu kurumlarında ve gündelik hayatta aynı titizlikle sürdürülmüyor.

Devletin kendi kurumlarında dahi, boykot çağrılarına konu olan markaların ürünlerinin kullanılması veya tercih edilmesi, toplumun hassasiyetini hiçe sayan bir vurdumduymazlık olarak algılanmaktadır. Bu durum, sadece bireysel bir bilinçsizliği değil, aynı zamanda devletin resmi söylemi ile pratik eylemleri arasındaki derin uçurumu da gözler önüne seriyor.

Duruş, sadece sözle ifade edilen bir retorik değil, eyleme dökülen bir ahlaki karardır ve bu kararın bütünlüğü, her kademede sergilenmelidir.

Gazze’de yaşananlar, bizlere sadece bir siyasi sorun değil, bir insanlık ve ahlak sınavı sunuyor. Bu sınavdan başarıyla çıkmak, sadece sokaklara dökülmekle veya sosyal medyada slogan atmakla mümkün değildir.

Gerçek bir duruş, bireysel tüketim alışkanlıklarımızdan, kurumsal politikalarımıza kadar her alanda bir asalet ve tutarlılık gerektirir. Protesto pankartlarımız kadar, market sepetlerimiz de bu duruşun bir parçası olmalıdır. Siyasi açıklamalarımız kadar, resmi kurumlarımızın pratik tercihleri de bu duruşu yansıtmalıdır. Aksi halde, sergilediğimiz tepkiler, samimiyetini yitirmiş, içi boş birer gösteriye dönüşür.

Unutulmamalıdır ki, zulüm karşısında sessiz kalmak kadar, bilinçsiz bir şekilde zulmü destekleyen mekanizmaların parçası olmak da bir suçtur. Gazze’deki vicdan köprüsünden geçerken, duruşumuzun asaletini ve bütünlüğünü korumak, sadece Filistin halkına karşı değil, aynı zamanda kendi insanlığımıza karşı bir borçtur.

Artık duruşumuzun da bir ahlakı olsun ve bu ahlak, söz ile eylem arasındaki tutarlılıktan doğsun.

Bu, hem Gazze’deki mazlumlara olan sorumluluğumuz, hem de geleceğe bırakacağımız onurlu miras için elzemdir.

Haber kategorisi: